İstanbul

Güzel bir sebeple gidilen hızlı, dolu dolu bir İstanbul ziyareti. Sonbaharın ilk demleri ve inkar edilen akşam serinlikleri ile kemiklerime kadar hissettiğim bir kaçamak. Hem ruhumun hem midemin huzur bulduğu bir hafta sonu.

Benim için Boğaz, bir deniz insanı için özlediği o deniz kokusu demektir.

Bütün seyahatim boyunca en çok mutlu olduğum yer, vapurdu. Bir yere mi gitmem gerekiyordu, eğer vapurla gidilebiliyorsa vapurla, yoksa diğer alternatifleri değerlendirdim. Hasköy’den Beşiktaş’a gitmek için önce Karaköy’e sonra Kadiköy’e gittim ve oradan Beşiktaş’a geçtim. Yani Avrupa yakasından Anadolu yakasına sonra tekrar Avrupa yakasına geçtim. Zaman sıkıntısı olmayınca vapur ve deniz havası olsun da nasıl olursa olsun, hiç önemli değil.

Gelelim ziyaretimizin sebebine;

Üniversiteden arkadaşım, hem de Mersinli Burak’ın nikahı için gittim İstanbul’a. Kadiköy Evlendirme Dairesi’nde hızlı bir nikah oldu. Bir başka üniversite arkadaşım, Uğur’a yıllar sonra karşılaştık. Güzel yıllardır üniversite, Eskişehir. Ayaküstü fotoğraf kuyruğunda beklerken güzel bir anı tazeleme oldu bizim için. Sonrası Kadiköy ve peru patatesi ve trüflü şahane bir hamburger. Uğur, Eşi ve Demir ile sohbetten hamburgerin fotoğrafını çekmeyi unutmuşum. Dali Burger, tavsiye ederim.

Akşam da Büyük Londra Oteli’nin çatı katında güzel, samimi bir eğlence oldu. Plaza insanlarından Anadolu insanına özümüze geçiş yaptık. (Yabancı müzik ile Erik Dalı karışımı bir müzik düşünün.). Kaç Mersinli ile karşılaştım hatırlamıyorum. Mezeler Fıççın’dan. Kısacası butik ve güzel bir akşamdı. Otel’den bahsetmeliyim mutlaka. Daha girer girmez insanı tarihte bir yolculuğa çıkarırcasına bir atmosferin içinde buluyorsunuz kendinizi. 19. yy sonlarında inşa edilmiş, içinde Agatha Christie odası bulunan bir otel. Çatı katı manzarası harika. Tek sorun, biz geç kalınca oteli gezmeye fırsat olmadı. Bir gün gene o çatı katına gidilip, güneş batırılır.

Özlenen sanat aktivitesi, Tiyatro

Zaman dar olunca, gitmeden almıştım bileti. Vadi İstanbul’da açık havada, soğukta olsa dahi uzun bir aradan sonra tiyatro seyretmek şahane bir duyguydu. Gittiğim oyun Cimri, Moliere!in ünlü oyunu. Para karşında kendisini ve özğürlüğünü kaybeden insanların ve ilişkilerin para temelinde gerçekleştiği toplumları eleştiren bir komedi. Bu oyun, yazıldığı tarihten günümüze neredeyse 4 yüzyıl geçmesine rağmen paranın bugün de toplumsal ilişkilerin temelinde olduğunu her ne kadar unutmak istesem de ince bir komedi ile hatırlattı bana.

Olmazsa olmaz, “Sıcak” Midye Dolma

Çok kötü alıştım bu sıcak mideye. İlk olarak İzmir’de yemeye başladım ve bırakamıyorum. Soğuk ya da soslu diye belirttikleri türevleri ilgimi çekmiyor. Sıcak olacak. Eğer de açsam çok rahat 200’ü geçerim. Tek sorun kendim açmak zorunda olmam. Beceremediğimden değil, yavaş oluyor ve ben beklemek istemiyorum. Eminim çok güzel mideyeciler vardır İstanbul’da. Ama ben Midyeci Ahmet’i tercih ediyorum. Midyenin nasıl bir deniz ürünü olduğu hakkında yazmayacağım. Sadece tercih sebebimi yazmak istiyorum. Denizden, izinsiz midye çıkarmak yasaktır. Benim bildiğim kadarıyla da Midyeci Ahmet sattığı midyelerini kendi çiftliklerinde retiyor. Dolayısıyla izin belgesi vardır diye düşünüyorum.

İyi oldu bu İstanbul ziyareti benim için. Yeni dönem başlamadan biraz olsun huzur buldum sanki. Ziyaret esnasında bir yayın için “telif devri” sorunu ile uğraşmam gerekti ama bu da bizim mesleğin cilvesi.

Kendime Not: Bir sonraki İstanbul ziyaretimi daha yavaş bir tempoda gerçekleştireceğim.