Bir eğitimci olarak üzülüyorum çünkü öğretemiyorum. Öğretemediğim için de kendimi hırpalıyorum ve ne yaparsam öğrenirler diye düşünmekten kafam patlayacak gibi oluyor. Gitgide olmak istemediğim bir eğitimci tipine bürünüyorum ve daha çok üzülüyorum. Çünkü tek önceliğim eğitimci kimliğim değil. Aynı zamanda araştırmacı bir kimliğe de sahibim ama bu ikisi arasındaki dengeyi kurduğum takdirde istediğim eğitimi veremiyorum ve üzülüyorum.
Bir akademisyen olarak önceliği akademik çalışmalarıma vermem gerektiğini söyleyen o kadar çok iş arkadaşım var ki anlatamam. Bu aslında bizler arasında bir paradoks. Biz akademisyenler eğitimci miyiz? Yoksa araştırmacı mı? Başarı kriterimizin araştırmalarımız olduğu bir düzende, eğitimci kimliğimiz bizim için bir mecburiyet gibi anlaşılıyor.Benim görüşüm ise bizim her ikisini de yapmamız gerektiği üzerine. Yani araştırmalarımıza devam edeceğiz ama yeni nesilleri de donanımlı bir şekilde yetiştirmekten vazgeçmeyeceğiz. Bu da tabi araştırmacı-eğitimci kimliklerinin birlikte yürütülmesi anlamına geliyor.
Eğitimci kimliğimle “Tıbbi İstatistik” dersi veriyorum. Bu dersin adını duyduğunuzda ilk derste ne öğretilir diye aklınızdan ne geçiyor? Aslında çok klasiktir ilk dersler. Dersin adı üzerinden başlar ve önemi ile devam eder. Yani istatistik nedir? Gündelik hayatımızda farkına karşılaştığınız istatistiki bilgiler nelerdir? Peki ya sağlık alanında istatistik neden önemlidir? İşte bu sorular ve cevapları üzerine konuşulur. Ama ben bunu ancak 3. ya da 4. haftadaki derste yapabiliyorum. Çünkü 2 matematik ortalaması ile üniversiteyi kazanan öğrenciye (ki, bu öğrenciler arasında meslek lisesinden saç tasarım bölümü mezunu olanlar da var) önce genel matematik bilgisi vermem gerekiyor. Yani işlem önceliğinin ne olduğunu, hesap makinesinin nasıl kullanıldığını anlatmam gerekiyor. Anlatmam demek anladıkları anlamına da gelmiyor aslında. Yani düşünün ortaokul, lise hayatınız boyunca işlem önceliğini öğrenmemişseniz, 3-4 haftada öğrenmeniz mümkün mü? Değil ama hiç anlatmamaktan daha iyi diye düşünüyorum. İşte bu da tam olarak hiç olmak istemediğim bir eğitimciye dönüştüğüm gerçeğini bana gösteriyor. “Ben anlatayım anlarsa anlar, anlamazsa yapacak birşey yok” yaklaşımına doğru evrim geçirmemek için her saniye savaş veriyorum. Üzülüyorum ve bu üzüntü giderek artıyor.
Öğrencilerime dersi daha iyi anlamaları için ek ders materyali hazırlamaktan akademik araştırmalarıma zaman yaratamıyorum. Bunun için daha az uyuyorum ve giderek daha çok stres oluyorum. Gerçekleştirmeyi planladığım çalışmalarımı erteliyorum ve geçen zaman ertelenen bu çalışmaların giderek önemini yitirmesine neden oluyor. Bu ikilemde araştırmacı kimliğim, eğitimci kimliğimin gerisinde kalıyor. Halbuki tam tersi görüşte olanlar, yani araştırmacı kimliklerini ön plana çıkaranlar da öğrenci yetiştiriyor, öyle ki öğrencileri o kadar başarılı ki üstten ders alacak not ortalamasına dahi erişmişler ve neredeyse bölümlerini erken bitirecekler. Bu da başka bir soruyu aklıma getiriyor. Sorun bende mi ? Yani ben çok mu ciddiye alıyorum? Ya da akademisyen kimliğin ön plana çıkması eğitimci kimlikte bir vurdum duymazlığa mı sebep oluyor. Aynı ders benzer başarı ile gelen başka bir bölümün öğrencisine anlatıldığında o bölümde öğrenciler başarılı bir şekilde geçiyor dersi. Aslına bakarsanız ben bu sorunun cevabını biraz tahmin ediyorum ama öğrenmek istemiyorum. Çünkü her iki cevap da benim idealist eğitimci kimliğime zarar verecek diye düşünüyorum. Dolasıyla gene ben üzülüyorum.
Zaman ne gösterir bilmiyorum. Ama durumunda daha iyiye doğru gideceğini de düşünmüyorum. Kısacası ben daha bu şekilde ne kadar üzüleceğim belli değil. İleride bu yazıyı okursam ne değişmiş gene yazarım.
AP.